📍Ayasofya Tarihi
Eski bazilika, katedral ve müze. Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından, 532-537 yılları arasında İstanbul‘un tarihî yarımadasındaki eski şehir merkezine inşa ettirilmiş
Kaynaklara göre Ayasofya adındaki “aya” sözcüğü “kutsal, azize”, “sofya” sözcüğüyse herhangi bir kimsenin adı olmayıp Eski Yunancada “bilgelik” anlamındaki sophos sözcüğünden gelir.
Yapılış Hikayesi
İstanbul 532 yılında tarihinin en çatışmalı ayaklanmasına şahit oldu. Tarihe “Nika Ayaklanması” olarak geçen bu büyük isyan sonucunda Ayasofya inşa edildi.
Ayasofya’nın inşa edilmesinin nedeni Bizans askerlerinin 30 bin kişiyi öldürdüğü Nika Ayaklanması’ydı.
Ayaklanma bastırılıyor. O zaman şehir yeniden yapılmaya başlanıyor. İşte 2. Ayasofya yanmış yıkılmış. Bunun üzerine 532 yılından sonra 5 yıl sürecek çok önemli bir imar politikası başlıyor ve 5 yıl sürecek bir çalışmayla şu anki Ayasofya yapılıyor
Ve açılış Günü
Çoğu insan bunu bilmez, çok etkileyici ve Jüstinyen yaptıktan sonra geliyor burada bir konuşma yapıyor.
EY SÜLEYMAN! SENİ GEÇTİM…”
“Konuşma yaparken diyor ki: Ey Süleyman, Kral Süleyman, Kral Süleyman’ın önemi şu; o güne kadar Kral Süleyman dönemindeki en büyük tapınağı, Yahudilerin en büyük tapınağını yapıyor. Ey Süleyman diyor bak diyor seni geçtim çünkü ben senden daha büyük bir tapınak yaptırdım ve Ayasofya’yı yaptırıyor. Yani Nika Ayaklanması bizim hipodromdaki bu büyük Nika Ayaklanması’nın sonucunda 30 bin insan ölüyor, bir vahşet ama onun ardından bugünkü Ayafosya yapılıyor.
Mimari Tasarımı
Sütun ve mermerler antik kentlerden getirildi
Kubbe geçisi ve taşıyıcı sistem özellikleriyle mimarlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak ele alınır.
Ana mekânı örten kubbenin zeminden yüksekliği 55.60 metre, çapı ise kuzey güney doğrultusunda 31,87. metre, doğu batı doğrultusunda ise 30.86 metre. Ayasofya inşa edilirken, mimarlar tarafından binanın yapımında mermer, taş ve tuğla kullanılmış, kubbenin depremlerde kolay yıkılmaması için Rodos toprağından özel olarak üretilen, hafif ve sağlam tuğlalar kullanılmıştır.
İmparator Kapısı
Yalnızca İmparator ve mahiyeti tarafından kullanıldığı için İmparator Kapısı olarak adlandırılan kapı, Ayasofya’da iç narteksten ana mekana geçişi sağlıyor.
Minareler
İstanbul’un fethinin ardından Ayasofya kilisesi camiiye çevrildikten sonra, Fatih tarafından yarım kubbelerden birinin üzerine bir ahşap minare yaptırıldı Fakat bu minare günümüze ulaşmadı.
Güneydoğu’da bulunan minare, Fatih Sultan Mehmet veya II. Bayezıd dönemine ait. Bab-ı Hümayun tarafındaki minarenin, Edirne Selimiye Camii minareleriyle olan benzerliğinden dolayı II. Selim döneminde, Mimar Sinan tarafından yapıldığı düşünülüyor. Güneybatı ve Kuzeybatı yönündeki eş minareler ise Mimar Sinan tarafından Sultan III. Murad döneminde yapıldı. Minarelere, 15., 16. ve 19. yüzyıllarda yapılan onarımlarda dönemin üslubuna göre süslemeler eklendi.
Minber
Sultan III. Murad döneminde yapılan minber mihrabın sağında yer alıyor. 16. yüzyıla tarihlenen minber bu dönemin mermer işçiliğinin en güzel örneklerinden biri.
Hünkar Mahfili
Sultan III. Ahmed Han, Ayasofya’yı baştan aşağı elden geçirttiği dönemde, 1728 yılında kendi zevki ile sipariş ettiği Hünkar Mahfili’ni yaptırdı. Bu mahfil, Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılan bakım ve onarım sırasında, 1847’de yenisi ile değiştirildi. Hünkâr Mahfili beş sütun üzerine, altıgen planlı bir kısım ve yine sütunlar üzerine oturan koridordan oluşuyor. Alt kısım ise mermer ajurlu korkuluk levhadan oluşuyor. Üstünde altın yaldızlı ahşap kafes bulunuyor.
Mihrap
Mihrapta çokça altın yıldız kullanılmıştır ve gösterişli bir tepeliği bulunuyor. Mihrabın iki yanında, Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nde (1520-1566) yapılan Macaristan seferinde, Budin Fethi sırasında Macar Kralı I. Matyas’ın saray kilisesinden getirilen şamdanlar yer alıyor.
Çevresindeki Çiniler
Mihrabın sağında ve solunda bulunan dehlizler içerisinde çini panolar yer alıyor. Sol kısımda, 16. yüzyıl İznik çinilerinden oluşan, Eski Hünkar Mahfili’ne ait bitki motifli çini pano yer alıyor. Sağ kısımdaki panoda ise sekiz parçadan oluşan Kabe tasviri ile Peyhamber Efendimiz Hz. Muhammed’in türbesini gösteren tasvir bulunuyor.
Sekiz Adet Büyük Hat Levha
Bu levhalar Sultan Abdülmecid (1839-1861) döneminde 1847-1849 yılları arasında yapılan onarımlar sırasında hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından, kenevirden yapılmış yeşil zemin üzerine, altın yaldız ile yazılmıştı. “Allah, Hz. Muhammed, Dört Halife; Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ile Hz. Muhammed’in torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin” isimlerinin yazılı olduğu sekiz adet levhanın, İslam Dünyası’nın en büyük hat levhalarından olduğu biliniyor. Fethin ardından değişime giren Ayasofya’da bulunan levhaların, hükümdarlığa gelen padişahların isteği doğrultusunda seyrinin değiştiği biliniyor. Dev levhaların çapı 7.5 metre olup, harf kalınlığı ise 35 cm.
Kaynakça
Akgündüz, A., Öztürk, S. Ve Baş, Y. (2005). Üç Devirde Bir Mabed Ayasofya. Osmanlı Araştırmaları Vakfı
Alan, Av, Alan, H. ve Yazıcı, E. (2007). Churches in Turkey. İstanbul.
Kubbe kelimesi batı dillerine Müslümanların Endülüsteki hakimiyetleri sırasında İspanyolcaaracılığı ile girdi.
İstanbulun Fethi
Kostantiniyye’nin fethi Sultan II. Mehmed’e nasip olmuş, 21 yaşındaki bu genç hükümdar Hz. Peygamber’in (sas) müjdesine nail olmuştu. Müslümanların hayâli olan bu büyük fethi gerçekleştirmiş olan Sultan II. Mehmed haklı olarak “Ebu’l-feth” unvanını aldı.
Fatih Sultan Mehmed fetih günü şehrin en büyük mabedi olan Ayasofya’yı cami hâline dönüştürerek burada şükür namazı kılmış ve fetihten üç gün sonraki ilk Cuma namazını Ayasofya Camii’nde eda etmişti. Böylece fetihten hemen sonra Ayasofya, Fatih Sultan Mehmed’in vakfı olarak camiye dönüştürülmüş ve Osmanlı Vakıf Medeniyeti sayesinde Fatih döneminden itibaren yapılan onarım ve ilâvelerle büyük bir külliye hâlini alarak asırlarca hizmet etmiş, ayakta kalması sağlanmıştı.
2020 yılında ise müze statüsünün iptal edilmesiyle tekrar cami statüsü kazanmıştır.Ayasofya-i kebir cami-i şerifi ismini almıştır.
2020 Yılında Açılan Ayasofya Hakkında Tarihçi ve yazarların
Yorumları
İlber Ortaylı Akademisyen ve yazar.
Ayasofya bir klasik Roma mimarlık ve mühendislik eseridir. Mimarları Trallesli (Aydın) Anthemius ve Miletoslu (Milet) İsidoros, Roma mimarisindeki geniş kubbelerin silindir dayanağı yerine burada kemerlere ve sütunlara dayandırma gibi zor bir iş başarmıştır. Unutmayalım ki Fatih Sultan Mehmed’ten beri Ayasofya’nın koruyucusu biziz.
Sultan Abdülmecid Han 1846 yıılında Fossatti biraderlere nefis bir restorasyon yaptırdı. Fossatiler’in hazırladığı Ayasofya albümünü finanse etti. Bize yakışanı da budur. Mülk bizim emanetimize tebliğ edilmiş.
İlber Hocanın konu hakkındaki diğer makaleleri
Murat Bardakçı
Murat Bardakçının bugünkü (11 Temmuz 2020) yazısının ilgili bölümü:
“KILIÇ HAKKI” VE “FETİH SEMBOLÜ”
Ayasofya bahsinde senelerden buyana devamlı olarak iki kavramı ısrarla yazıp söyledim: Mekânın “kılıç hakkı” ve “fetih sembolü” olduğunu…
Her iki kavramı telâffuz etmem birilerini hiddetlendirdi, “kılıç hakkı”nın İslâmî terminolojiye mahsus olduğundan ve başka dinlerle alâkasının bulunmadığından bîhaberler çıkıp “Kılıç hakkı neyin nesidir? Bu devirde böyle şey mi olur? İsrail ‘Bu da benim kılıç hakkımdır’ deyip Mescid-i Aksa’yı sinagog yapsa verecek cevap bulamayız” diye birşeyler söyleyip durdular.
Derken “fetih sembolü” kavramını tartıştılar ve işi döndürüp dolaştırıp Ayasofya’dan sağlanan turizm gelirine getirdiler!
Dinî terminolojiden ve Türkler’e mahsus savaş kavramlarından nasibini alamamışlar ile “fetih” kavramını “turizm geliri”ne bağlamakta beis görmeyen zihniyete cevap vermek gereksiz olduğu için, burada Ayasofya’nın “kılıç hakkı” ve “fetih sembolü” olduğunu zevk duyarak tekrar etmekle yetiniyorum!
Yusuf Halaçoğlu
Türk Tarik Kurumu Eski Başkanı
Ayasofya’nın sahte belgeler ile müzeye dönüştürüldüğünü savunurken, caminin ibadete açılması gerektiğini ifade etti.
Ayasofya Camii İnternet sitesi
https://www.ayasofyacamii.gov.tr/